“Dil dediğimiz düzen insanın gözüdür, beynidir, düşüncesidir, ruhudur.” (Doğan Aksan)
“Dil yalnızca insana özgü olan düşüncelerin, duyguların ve isteklerin, iradeyle üretilmiş semboller kullanarak iletilmesini sağlayan ve içgüdüsel olmayan bir yöntemdir.” (Edward Sapir)
“Dil, düşünme, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak ögeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir.” (Doğan Aksan)
“Dil bir kâğıda da benzetilebilir. Düşünce kâğıdın ön yüzü, ses ise arka yüzüdür. Kâğıdın ön yüzünü kestiğinizde ister istemez arka yüzünü de kesmiş olursunuz. Dilde de durum aynı; ne ses düşünceden ayrılabilir ne de düşünce sesten.” (Ferdinand de Saussure)
“Dil, varlığın evidir.” (Martin Heidegger)
“Bir dil, her biri sonlu uzunlukta ve sonlu bir üyeler kümesinde oluşturulan (sonlu ya da sonsuz) cümleler kümesidir.” (Noam Chomsky)
Yukarıda da görüldüğü üzere pek çok ve çeşitli dil tanımı yapmak mümkün. Ancak şüphesiz ki dil, öncelikle bir iletişim ve aynı zamanda düşünme aracıdır; yaşayan, kendi içinde sürekli gelişen bir sistemdir ve kesinlikle şahsi değildir, toplumsaldır.
Yapılan son araştırmalarda dil ediniminin anne karnında başladığı ortaya konmuştur. Modern dilbiliminin kurucusu, tarihçi, yazar ve Profesör Noam Chomsky’ye göre birey dil edinim düzeneği ile dünyaya gelir. Yine Chomsky’ye göre eğer birey dil edinim düzeneği ile dünyaya gelmemiş olsaydı çocukların dili edinmesi imkânsız olurdu. Buna göre çocuk, anne karnından itibaren duyduğu birtakım sesleri öncelikle taklit etmeye başlar. Önceleri anlamsız gelen bu sesler daha sonra anlamlı bir örüntüye dönüşerek dil edinimi sağlanmış olur. Çocuk, bu süreçte ne kadar işitsel girdiye maruz kalırsa, ne kadar çok ses duyarsa ve dolayısıyla çocukla ne kadar konuşulursa beynin arka tarafında yer alan edinim düzeneği o kadar uyarılmış olur ve uyarılan/gelişen kısım dil edinimini tetikler.
Erken çocukluk döneminde edinim düzeneği uyarılmamış çocukların sonraki dönemlerde dil ediniminde sıkıntılar yaşadığı gözlemlenmiştir.
Genie Vakası
1957 yılında dünyaya gelen Genie, babasının zihinsel engelli olduğunu düşünmesi sonucu evin bir odasına kapatılır. Odasında sadece bir beşik ve temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği kadar eşya bulunan Genie, perdelerin tamamen kapalı tutulduğu bu odada 12 yıl boyunca kapalı kalır. Dış dünya ile bağı koparılan Genie, konuşmayı, koşmayı öğrenemez ve kazanması gereken diğer becerileri kazanamaz. Görme yetisini kaybeden annesinin devlet yardımı talep etmesi sonucu görevliler tarafından fark edildiğinde görüntü itibariyle 8 yaşındaki bir çocuktan farksızdır. Hemen doktor kontrolüne alınan Genie, bulunduğunda kritik dönemin sonlarında olduğu için yapılan tüm rehabilite çalışmalarına rağmen sözlü iletişim kurmada güçlük çeker. İlerleyen süreçte işaret dilini öğrenmeyi başarır ve işaret diliyle iletişim sağlar. Özetle erken çocukluk döneminde beynin dil becerilerinden sorumlu kısmı uyarılmadığı için küçülür ve dili tam anlamıyla öğrenemez.
Genie’nin vakası bize edinim ve öğrenim arasındaki farkı anlamamıza yardımcı oluyor. Buna göre edinim, bizim çabamız olmadan dış etkenler tarafından işitsel girdiyle uyarılma sonucu oluşurken; öğrenim ise kritik dönemi tamamlayan bireyin kendi isteği ve çabasıyla gerçekleşir.
İnsanda tüm dilleri anlama potansiyelinin bulunduğunu ve tüm dillerin ortak olduğunu, dillerin birbirinden farklı olmadığını ancak kullanımda farklılaşan sistemler olduğunu söyleyen Humboldt’u göz önüne alırsak, ister edinim isterse öğrenim sürecinde olsun, çocukların bol bol işitsel girdiye, dolayısıyla uyarana maruz kalması gerektiği unutulmamalı ve süreci hızlandırmak adına tekrarlara ağırlık verilmelidir.